Pages

Home Features _POST FORMAT _Error Page Trending contact
Deneyimsel Tasarım Öğretisi İLİM

 Cumalar ve bayram...

İlginç bir ilişki...

İnsan nedenini merak ediyor...

 

Neden cumalar bayram olsun ki ? 


Bu ikisi arasındaki ilişkiyi kavrayabilmek için önce bayramın ne olduğunu bilmek gerekir...

 

Sahi nedir bayram ?

 

Bayram kutlama zamanı demektir...

Kutlama yani şenlenmek...

Kişilerin çevresindekiler ile birlikte kutlama yaptığı , şenlendiği zamanlar...

 

Peki nedir bayramı meydana getiren ?

Kutlama yapmayı istemek mi...

İstemek bayram için yeterli mi ?

 

Yoksa istemenin ötesinde bayram için önce kutlamayı hak edecek bir süreç mi gerekli ?

 

Bayramı bayram yapan onu istemek olmadığı gibi...

Kutlama organizasyonuna yapılan masraflar yada kutlama sürecinin kalitesi de değildir...

 

Bayram istemek yada kutlamak ile ilgili değildir...

Asıl sır onu hak etmek ile ilgilidir...

 

Bayramı bayram yapan, kutlama zamanına kadar  uzanan süreçtir...

Kutlamayı hak etmek için öncesinde bir çaba ve mücadele dönemi gerekir...

 

Çaba kişinin iç dünyası ile...

Mücadele ise dış dünyası ile verdiği savaştır...

 

Çeşitli acılara göğüs germeden...

Baskılarla yüzleşmeden...

Zorluklarla boğuşmadan...

Yani bir şeylerin uğrunda gayret etmeden kutlama olmaz...

 

Kutlama için önce onu hak edecek bir süreç gerekir...

 

Tıpkı ramazan bayramı gibi...

Bir ay boyunca açlık ve susuzluğa karşı...

Gözlerini kendine ait olmayanlardan sakınarak...

Öfke anında öfkeyi yutup...

Anlamsız aktarımlardan sakınarak...

Yük olunan değil yük alınan...

Hoş tutulma beklentisinden çıkıp hoş tutan taraf olan...

Birilerinin alttan aldığı değil birileri alttan alan...

İbadetlerinde daha hassas ve istikrarlı...

Cömertliğinde daha cesur...

Ve bunlar gibi daha pek çok egoya ters ama kişinin lehine davranışta bulunmak için savaşmaktır bayramı bayram yapan...

 

İşte bir ay boyuna nefse ve dış dünyaya karşı gösterilen çaba ve mücadele neticesinde kişinin kutlamayı yani ramazan bayramını hak etmesi...

 

Tıpkı diğer gerçek bayramlarda olduğu gibi..

Bayramı bayram yapan kutlama zamanı değil...

O zamana kadar ki verilen savaştır...

 

Hikmet kutlamayı hak edecek davranışsal delillerin biriktirildiği o yoldadır...

Bayramı bayram yapan o günlere uzanan yol ve o yolun içindeki bedellerdir...

 

Peki ya cumalar...

Cuma günleri neden bayram olsun ki ?

 

İnsanlar hayatı yaşayan aktif canlılardır...

Sürekli hareket halinde olmaları sebebiyle sık hata yaparlar...

Bu insanın doğasında olan bir özelliktir...

Hareket etmek ve hata yapmak...

 

İnsanlar kusursuz değildir...

Kusursuz olan ALLAH'tır...

 

Buda her hata yapanın omzuna yüklenen bir sorumluluğu insanın omuzlarına yükler...

 

Hatayı telafi etmek ve hatadan ayrışmak...

İşte cumanın bayramlığı burada devreye girer...

 

Cumanın bayram gibi kutlanabilmesi için haftanın kalan yedi gününde verilen savaşta bunun hak edilmesi gerekir...

 

Hataları telafi etmek...

Hatalardan ayrışmak...

Doğruların kalite ve miktarını arttırmak gerekir...

 

Gerekir ki hemen akabinde bayram olsun...

Gerekir ki sonrasında kutlama hakkı olsun...

 

Tıpkı ramazanda olduğu gibi...

 Disiplin ve gayret ile geçen bir süreç neticesinde bayram hak edilir...

 

Cumanın bayram olabilmesi için...

Kişi haftanın altı gününde ortaya koyduğu deliller Cuma muhasebesinde bayrama sebep olmalıdır...

 

Uyanılan her yeni günde kötülükten sakınmak...

İyilikte ise ataklar yapmak...

Doğru yerlerde defans , doğru yerlerde taarruz...

Altı gün boyunca sürekli dününe göre daha iyi bir insan olmak için gayret etmek...

Daha mutlu...

Daha başarılı...

Daha bereketli...

Daha iyi bir insan olmak için...

Tüm eylemlerde daha kârlı olanı aramak...

Zarara sebebiyet veren davranışlarda ise gerçek pişmanlıklar yaşamak...

 

Cumayı bayram yapan nedir bilir misin ?

Cumartesi...

Pazar...

Pazartesi...

Salı...

Çarşamba...

Ve Perşembe günlerindeki davranışsal delillerindir...

 

Gerçeğe yakınlaşan , sahteden uzaklaşan...

Küçüğü küçük görmeden hep daha beyazına konsantre edilmiş eylemlerindir...

 

Cuma hem bayram hem de muhasebe vaktidir...

Geride bırakılan altı güne bakıp ölçtüğün ve bu ölçümlerin neticesinde sonuçlar lehte ise cumayı bayram olarak kutladığın...

Hem geride bırakılan haftayı ölçme...

Hem de hak edişler ile doldurulmuş olumlu sürece sevinme zamanı...

 

Peki ya sonuçlar aleyhte ise...

Yani cumaya varıncaya kadar ki süreçte kişi bedelde geri düştü...

Şerden Sakınamadı...

Hayra ataklar yapamadı ise...

 

O zaman Cuma bayramlıktan çıkar mı ?

Asla !

Doğru seçimler ile Cuma her daim hak edilmiş bayramlara döndürülebilir...

 

Hafta seçimler itibariyle toplama negatif geçti ise...

O zamanda muhasebe, pişmanlık ve akabinde bayram günüdür...

Çünkü hatalarını ölçebilen ve onlardan pişmanlık duyanın karşılığı arınmadan...

Arınmışın akıbeti bayramdan başka ne olabilir ?

 

Cuma her şekilde bayramdır...

Bazen pozitifte ağır basan bir altı gün neticesinde...

Bazen negatifte ağır basan ve hatalar sonrasında ertelenmeyen tövbeler ile bayrama dönem bir altı gün neticesinde...

 

Cumanın bayram olması için kişinin bunu hak etmesi gerekir...

Kalan altı gün verilen mücadele ve cumaya varıncaya kadar ki muhasebesi ile...

 

Peki cumalar bayram olarak hak edildiğinde...

Kutlamasının nasıl yapılması gerekir...

 

Sahi bayram nasıl kutlanır ?

 

Takipte kalın ; )

 

 

 

 

14
Share

Tek başınasın bir süredir...

Başlangıcını unuttuğun kadar uzun bir süre bu...

Peki tek olman yalnız olduğun anlamına mı gelir sandın ?


HAYIR !

Tek kalmak yalnız kalmak demek değildir...

 

İnsanın bazı dönemleri olur hayatında...

Rabbinin ona tek kişilik başrol filmler çektiği dönemleri...

Özel süreçlerden sonra gelen özel dönemlerdir bunlar...

Tek kaldığın...

Kendini yalnız sandığın...

Ama asla yalnız olmadığın...

 

Beyazda bedellerin biriktiği...

İyiliğin peşinde koşulduğu...

Hidayetin yani doğru yolun üzerinde...

Dosdoğru, yalpalamadan...

Dimdik, yaratılanlara boyun eğmeden...

Sapa sağlam adımlarla, Rabbinden ve yasalarından emin...

İlerlenilen süreçlerden hemen sonra gelen dönemlerdir bunlar...

 

Seviye atlama dönemleri...

Bir üst lige geçiş biletleri...

Şer zannettiğin...

Oysa kemiksiz hayır olan...

 

Tek kişilik başrol hak edilen...

Bu sebeple çevrenden neredeyse herkesin alındığı...

Geriye tek senin...

Ve Rabbinin kaldığı zamanlar...

 

Yalnızım zannettiğin...

Oysa Rabbinle baş başa kaldığın zamanlar...

Aslında Rabbinden başka kimseye muhtaç olmadığını...

Onun dışında herkese rest çekebileceğini...

Tek bağımlı olunanın Rabbim olduğuna bizzat şahit olduğun...

 

ALLAH'tan başka İlah olmadığının delillendiği zamanlar...

 

Rabbinin sınavı bozmak istememesi sebebiyle kendini gizlediği...

Fakat sen savaşını verirken sana herkesten daha yakın olduğu...

 

Başrol performansını Meleklere bile örnek gösterdiği...

Ama sanki seni unutmuş gibi...

Sanki seni önemsemiyormuş gibi zannedilen zamanlar...

 

Tıpkı Süleyman’ın yüzüğünün çalınıp sahilde balıkçılardan dayak yediği...

Tıpkı Yusuf’un yakınları tarafından kuyuya atıldığı...

Tıpkı İsmail’in ormanda , kahrolası aşağılığın küçük kahrolası aşağılığı ile bir başına kaldığı zamanlarda olduğu gibi...

 

Rabbinin önce sahnedeki tüm spotları senin üstüne döndürdüğü...

Sonra Meleklerine dönüp “Şimdi neden insanoğlunu seçtiğimi anladınız mı ?” dediği zamanlar...

 

Zorlu koşullardaki seçimlerin...

Baskı altındaki beyazda ısrarın...

Sarp yokuştaki sevilesi performansın sebebiyle...

Meleklere bile misal verildiğin zamanlar...

 

Aslında soyut ışıkların senin üstünde olduğu fakat senin ormanlarda , kuyularda , zindanlarda somut karanlıklarda...

 

Kendini unutulmuş zannettiğin zamanlar...

 

HAYIR !

Yalnız değilsin...

 

HAYIR !

Rabbin seni unutmadı da...

 

Sadece adına çekilen özel başrol filmin için geçici süreliğine tek başına olmakla sınandığın...

Yokuş sarpa dönünce imanını delillendirdiğin zamanlar...

 

Tek olmak bir başına kalmak demektir...

Yalnızlık ise Rabbini kaybetmek demektir...

 

Gerçeğin peşinde...

Gerçek algında...

Gerçek zihninde...

Gerçek dilinde...

Gerçek eylemlerinde olduğu müddetçe...

 

Kişiye yalnız kalmak haramdır...

 

ALLAH gerçeğine sımsıkı tutunanları bazen tek başına sınayan...

Ama asla...

Asla !

Asla yalnız bırakmayandır...

 

İtildiğin kuyularda...

Atıldığın zindanda...

Karanlık bir ormanda, düşmanlarınla burun buruna kaldığında...

 

Kendini unutuldun sandığında...

Bizzat Rabbinin odak noktasındasındır...

 

Unutma...

Hatırla...

Rabbin hemen yanı başında...

Sadece çok sessiz...

Çok gizli...

Ve mücadelen sebebiyle senden hoşnut...

 

Hem yanı başında...

Hem de senden Razı...

 

O sebeple insan tek kalmaktan korkmamalı...

Tek kalmak beyazın...

Alimin...

Müslümanın...

Kaçınılmaz sınavı...

 

İnsan Rabbini kaybetmekten korkmalı...

Ve unutmamalı...

 

Rabbini kaybetmekten korkan...

Korku rızkını doğru harcayandır...

 

Rabbini kaybetmekten korkan...

Yaratılanlara bağımlı olamayandır...

 

Rabbini kaybetmekten korkan...

Amelleri razı olunandır...

 

Rabbini kaybetmekten korkan...

Rabbini kaybetmeyen...

 

Rabbini kaybetmeyen ise Galibiyet yolunda olandır...

10
Share

 Bir süredir sessizleşmiş , içine dönmüştü...

Zamanının büyük bir kısmını düşünerek geçirmeye başlamıştı...

Belki yaşı ilerlediği , belki dünyevi hazlardan bıktığı belki de her ikisinden dolayı...

Sebebi ne olursa olsun...

Hayatının genelinde aktarmaları azalmıştı...

Adeta rol değiştirmişti...

Ağırlıklı olarak dinleyici olmayı seçiyor , konuşan taraf olmaktansa sessizce algılamaktan daha çok keyif alıyordu...

 

Algılamanın etkileyici dokusuna kapılmıştı...

 

Ki bu etkinin asıl sebebi aktarma pasifliğinin getirdiği soyut güçtü...

 

Aktarma miktarları azaldığı için algı kalitesi de yükselmişti...

Bu hayattaki zıtlıkların kaçınılmaz kaderiydi...

 

Biri pasifleştiğinde diğeri aktifleşmek...

Biri aktifleştiğinde ise diğeri pasifleşmek zorundaydı...

 

Algının açılması ile birlikte zaten yıllardır gözlerinin önünde olmasına rağmen hiç farkına varamadığı şeyler belirginlik kazanmaya başlamıştı...

 

Küçük büyük , aslında belirgin fakat farkındalık için algı açıklığı gereken bir sürü mesaj...

 

Mesela insanların anlık duygu değişimleri...

Duygular ile paralel hareket eden mimik haritaları...

Neyi neden yaptıkları...

Gizlemek istedikleri fakat saklayamadıkları yarı gizli yarı belirgin arzuları...

 

Ya da iklimdeki değişkenlikler mesela...

Havanın mesajlarından o günün nasıl geçeceği...

Bahçesi ile ilgili iş yapacağı zaman hava değişkenliklerini gözlemlemesi...

Kararlarını ölçümlerine göre vermesi...

 

Köpeğinin anlamsız gözüken havlamaları bile anlam kazanmaya başlamıştı...

Hangi durumda nasıl havladığı...

Aslında aynı sesi farklı ton ve zamanlamalar ile kullanarak ona bir şeyler anlatması...

 

Aktarmadaki pasifleşme ile hayat daha anlaşılabilir olmaya başlamıştı...

 

Ticareti mesela...

Müşterilerinin ahvallerindeki gizli mesajlardan neye ihtiyaç duydukları...

Mal almaya mı geldiler yoksa hafta sonu keyfi dolaşmaları mı...

Hatta alınmak istenilen şey müşterinin lehine mi yoksa sadece anlık arzularından dolayı mı...

 

Bunlar gibi bir sürü gözden kaçan küçük fakat önemli şeyleri artık fark eder haldeydi...

 

Algısının artmasının getirdiği kalibrasyon hoşuna gitmeye devam ederken diğer yandan onu hüzünlendiren şeylerinde farkına varmaya başlamıştı...

 

Tüm farkındalıkları onu memnun etmemişti...

Bazı şeyler onu şaşırtmış...

Bazı şeyler onu hüzünlendirmiş...

Bazıları onu tiksindirmiş...

Hatta kaygılandırmıştı...

 

Mesela dış dünyada insanların büyük oranda iyiliğinden kayıp yaşamış olmasını fark etmek ona ilk başta çok ağır gelmişti...

 

Neredeyse gittiği her sahnede insanların sadece kendilerini düşünüyor olması...

Kendinden daha iyi olanlara direk düşmanlık yapılması...

Söz konusu kazanç ise her yolun doğru yol kabul edilmesi...

Tüccarlarında , alıcılarında...

İlişkilerde iki tarafında karşısındakinden maksimum seviyede ne koparabileceğine odaklanmışlığı...

Övgüyü hak edenlerin şımarır zannıyla övülmediği...

Hiç hak etmeyenlerin anlık çıkarlar uğruna övüldüğü...

Hatta ebeveynlerin bile evlatlarını yetiştirmeyi bırakıp kendi isteklerine uygun olacak şekilde onları bozuyor olmaları gibi...

 

Bir sürü farkındalık...

Bazıları küçük bazılar büyük...

 

Ama hepsi üzücü...

Hepsi şaşırtıcı...

Hepsi yanlıştı...

 

Sessizliği devam ettikçe farkındalıkları devam etti...

Farkındalıklar devam ettikçe de vakaların tetiklediği duyguları...

 

Sonra her farkına varma yolculuğuna çıkanların er yada geç uğradığı o durağa vardı...

 

“Neden” durağı...

İnsanın neyin neden olduğunu merak ettiği...

Öğrenme isteğinin neyin nasıl olduğunu anlamaya başladıktan sonra birde sebebini merak etmeye döndüğü o durak...

 

Bu olanlar neden oluyor diye düşünmeye başladı...

“Olup bitenler neden oluyor ?”

 

İnsanların genelindeki iyilik kaybının farkındaydı...

Bunu görmemek zaten imkansızdı...

Geriye sebeplerini bulmak kalmıştı...

 

Kötü niyet mi acaba diye geçirdi içinden...

Ama bu insanların bir kısmı tanıdıkları, sevdikleri hatta yakınlarıydı...

 

Sadece şimdiki zamanlarını değil , onların geçmiş zamanlarını da algılamıştı...

 

Bir çoğu iyi niyetli , doğru ve güzelin taraftarı insanlardı...

Nasıl olmuştu da adım adım bu denli bozulmuş , iyilikten uzaklaşmışlardı...

 

Sonra daha da sessizleşti...

 Daha da içe döndü...

Daha da odaklandı...

 

Ve çok önemli bir şeyin daha farkına vardı...

İnsanların çoğu kötü niyetli olduğu için değil...

Yanlışı doğru , çirkini güzel , kötüyü iyi zannettiği için hata yapmaktaydı...

 

Hata ısrarı seven azgınlar oldukları için değil..

Tam aksine boğazı şişken dondurma yediğinde olası sonuçları ön göremeyen bir çocuk durumundalardı...

 

İnsanların hatalarının sonuçlarını bilerek değil...

Tam aksine doğru seçimler yaptıklarını zannederek yanlışa daldıklarını farkına vardı...

 

İnsanlarda kötü niyet değil...

Aslında bilgi eksiliği vardı...

 

Kişilerin kötü davranışlarına mazeretler üreterek kendilerini haklı zannettiklerini...

Çirkin eylemleri güzel isimlerle süslediklerini...

Yanlışa doğru kılıfı giydirdiklerini...

Ve bunların neredeyse hepsini kazandıracak zannettikleri için yaptıklarını farkına vardı...

 

Meğer insanlar çoğu kötü niyetli değil...

Aslında illüzyondaydı...

 

İllüzyon yani gerçeği olduğundan farklı görme hali...

Kişinin lehine olanları aleyhine...

Aleyhine olanları lehine zannetme çaresizliği...

 

Sonra bunun üstüne düşünmeye başladı...

İllüzyon da olanlara gerçeği nasıl gösterebileceğini...

 

Bu merakla birlikte her gerçeği merak yolculuğuna çıkanın bir sonraki kaçınılmaz durağına doğru yol yuttu...

 

Çözüm tasarımcılığı...

 

Peki sence neydi , insanları gerçek ile ilgili bilinçlendirmenin yolları ?

 

Neydi illüzyonu yok etmenin kuralları ?

 

Belki daha sonra : )

 

Takipte kalın...

 

5
Share

İlişkileri yaşanılası kılan asıl bileşen neşedir...

Neşe yani ilişkilerdeki lezzet...

Lezzet yani soyut tat...

 


Karşı cinsle ilişkilerde eşinin çok seksi oluyor olması yüksek önem ve anlam ifade etmez...

Çünkü seksilik kısa ömürlü ve hızlı normalleştirilen bir şeydir...

 

Bir yüz ne kadar güzel olursa olsun , ne kadar uzun süre hayranlıkla izlenebilir ?

İnsanlar dünyanın en güzel manzaralarından bile birkaç saat hatta dakikalar içinde sıkılabilir...

 

Hele ki doyum becerilerinin bozulduğu , somut güzele erişimin bu denli çok ve kolay olduğu bir dönemde...

 

Elbette taraflar birbirini beğenmeli...

Elbette birbirlerine somut anlamda da hoş gelmeli...

Ama asıl önemli olan somut güzellikleri değil , ilişkilerdeki lezzet hak edişidir...

 

Çok çekici bir çift çok geçimsiz olabilir...

Birbirlerini anlamayan...

Birbirleri uğruna fedakarlık yapmaktan kaçınan...

İki tarafında sadece kendini düşündüğü...

Tarafların sorumluluk almadığı...

Hep karşıdan beklediği...

Çözümsüz eleştirilerle donatılmış...

Fiziksel olarak çok çekici...

Fakat tüm iç dinamikleri çok itici olan geçimsiz ,  neşesiz bir ilişki...

 

Yatırım somuta değil ağırlıklı olarak soyuta yapılmalı...

İlişkilerde asıl servet lezzet olmalıdır...

Yani neşe...

 

Peki nedir neşenin avantajları ?

 

Neşeli ilişkiler dış dünya süreçlerine karşı edilgenliğini kaybeder...

Ortam koşullarındaki negatif değişiklikler tarafların ağız tadını bozamaz...

Neşe ilişkiye dirayet katar...

Değişkenliklerin onlar üstündeki etkisini azaltır...

 

Neşe hak edişi kaderide doğrudan etkisi altına alan bir bileşendir...

Kişilerin sahip olduğu binlerce kader dalından eğlendikleri , birlikte olmaktan keyif aldıkları dallara sevk edilmelerine sebebiyet verir...

Yani neşe kaderi tatmin edici dallarda akmaya zorlar...

 

Neşenin bir diğer faydası kalpleri birbirine ısındırmasıdır...

İnsanlar birlikte neşelendikleri kişilerle duygusal olarak bağlanır , birbirlerine sevgi beslerler...

 

İlişkideki neşe hak edişi ortamın espiritüelitesinide etkiler...

İnsanlar neşeli iken hem şakaları daha iyi anlar ve daha hoş tepkiler verir...

Hemde daha iyi şakalar yaparlar...

Neşe ortamı çok yönlü tatlandıran bir bileşendir...

Kişilerin içindeki komedyen tarafı açığa çıkarır...

 

İnsanlar neşeli olduklarında vücutlarında meydana gelen hormonal salınım sebebiyle de kâr elde ederler...

 

Neşe duygusu kişiye kendini tatmin ve rahat hissettirir...

Neşelendiğin zamanlarda dinlenir , iyileşir , rahatlarsın...

Neşe soyut olarak doyurması sebebiyle istekleri yani dolaylı yoldan stresi azaltan bir bileşendir...

 

İnsanların kaliteli ilişkiler kurabilmesi için neşe vazgeçilemez ve üzerine risk alınamaz bir ihtiyaçtır...

 

Peki ilişkiler nasıl lezzetlenir ?

Neşe bir sonuçtur...

Öyleyse sebepleri nelerdir ?

 

İnsanın neşelenebilmesinin tek yolu tüketirken bedel ödemesidir...

 

Üretimdeki bedel kişiyi güçlendirir...

Bereketlendirir...

Mutluluğunu artırır...

 

Fakat neşe için tüketirken bedel ödemek gerekir...

 

İlişkilerde ağız tadı için tüketimde bile bedelli olmak gerekir...

 

Baba ne kadar zengin olursa olsun...

Her markanın en iyi ürünlerini alabilecek güçte bile olsa...

Hatununun ona ördüğü bir bere , bir kazak ilişkiyi lezzetlendirir...

 

Erkeğin iyi eti kasaptan alabilecek güçte olması önemlidir...

Ama neşeyi getiren pastırmasını evde kendi yapmasıdır...

 

Bu bere , bu pastırma belki en iyisi olmaz...

Hatta iyi bile olmayabilir...

Ama eve neşeyi bu getirir...

 

5 yıldızlı her şey dahil bir otele gitmektense kamp benzeri bir tatil yapmak mesela...

 

Temizliğini başkalarının değil senin yaptığın...

Yemeğini başkalarının değil senin yaptığın...

Barınma ve ısınmayı başkalarının değil senin yaptığın...

 

Yani...

Bedeli başkalarının değil senin ödediğin tatiller neşelenir...

 

Neşeyi satın almanın tek yolu tüketime bedel bulaştırmaktır...

 

İnsanın sofrasında kendi imalatı bir salça bir reçel olması...

Pek beceremese bile tüketilecek şeylerde bedelinin olması o sofrayı neşelendirir...

 

Bedel sadece üretimde değil...

Tüketimde de insanın lehinedir...

 

Neşeli yani tüketimde bile bedelli ömürler dileriz : )

 

10
Share
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

Bu Blogda Ara

Popular Posts

  • HASET
    Güncel tıp ilimleri daha ziyade somut hastalıklar üzerine yoğunlaşmış durumdadır...   Elbette soyut hastalıklarda güncel tıp biliminin d...
  • İLGİNÇ
      Aslında insanın az bilmesinde eleştirilecek bir şey yoktur... Her az bilen öğrenmeye yönelik gayreti ile ilmini arttırabilir...   Ki...
  • DENGE TAŞI
      Herkes... Neredeyse istisnasız herkes... Sevilmek... Sayılmak... Önemsenmek... İlgilenilmek... Aranılan... Özlenilen... Va...

Blog Arşivi

  • Aralık 2025 (1)
  • Kasım 2025 (6)
  • Ekim 2025 (15)
  • Temmuz 2025 (5)
  • Haziran 2025 (4)
  • Mayıs 2025 (4)
  • Nisan 2025 (4)
  • Mart 2025 (4)
  • Şubat 2025 (4)
  • Ocak 2025 (5)
  • Aralık 2024 (4)
  • Kasım 2024 (4)
  • Ekim 2024 (5)
  • Eylül 2024 (4)
  • Ağustos 2024 (3)
  • Temmuz 2024 (4)
  • Haziran 2024 (9)
  • Mayıs 2024 (9)
  • Nisan 2024 (8)
  • Mart 2024 (9)
  • Şubat 2024 (6)
  • Eylül 2022 (1)

Categories

Adalet Ailede Huzur Başarı psikolojisi Deneyimsel Tasarım Öğretisi Dtö Kim Kimdir fayda huy İlişkilerde Ustalık

SOSYAL SORUMLULUK PROJELERİMİZ

  • Üniversite Zirveleri

Popular Posts

  • HASET
    Güncel tıp ilimleri daha ziyade somut hastalıklar üzerine yoğunlaşmış durumdadır...   Elbette soyut hastalıklarda güncel tıp biliminin d...
  • İLGİNÇ
      Aslında insanın az bilmesinde eleştirilecek bir şey yoktur... Her az bilen öğrenmeye yönelik gayreti ile ilmini arttırabilir...   Ki...
  • DENGE TAŞI
      Herkes... Neredeyse istisnasız herkes... Sevilmek... Sayılmak... Önemsenmek... İlgilenilmek... Aranılan... Özlenilen... Va...
  • DAĞLAR GİBİ...
      Bazı sorular vardır hayatta... Herkesin cevap aradığı... Ama cevabı her merak edene verilmeyen...   Herkesin iştahını kabartan... ...
  • SANMA
      Her öveni dostun... Her had bildireni düşmanın... Her seveni aynı sanma...   Kimisi münafıklığından över... Kimisi dostluğundan terbiye ed...
  • FESAT
     Kendi yanlışları ve kendi çirkinlikleri sebebiyle... Köşeye sıkışmış kötülerin ana silahıdır fesat... Tıpkı bir akrebin kaçacak yeri ka...
  • AKORT
    Kim demiş ? Kim demiş eğlenmek veya dinlenmek haramdır diye...   Her üreten bunalır... Her bunalan eğlenmelidir...   Her hareket eden yorulu...
  • GİBİ
    Kül müsün ? Ay mı ? Yoksa güneş mi ? İnsanlar üçe ayrılır... Küller... Aylar... Güneşler...   Emici tüketiciler... Tıpkı...
  • NEDEN?
     İlginç bir yazı olacak bu... Vaktin varsa git bir çay koy kendine... Ya da belki bir kahve... Sen nasıl istersen... Hele birde deni...
  • ANATO-PSİKO RESET - IV
      Bölüm IV   Oooohhhhhhh... Sonunda ulaştın , zirveye vardın...   Elbisesinin uçlarından duvağına baktığın o heybetli gelinin... Ş...
Copyright © 2015 Deneyimsel Tasarım Öğretisi İLİM

Created By ThemeXpose