Hani derler ya: “Kendini bilmek bilgeliğin son noktasıdır.”
Ama belki de biz o noktaya
vardığımızda anlarız ki, aslında bu bir son değil, başlangıçtır. Çünkü kendini
bilmek, içimizdeki bahçeyi fark etmek gibidir. Tohumların, dikenlerin, solmuş
yaprakların ve açmak için sabırla bekleyen çiçeklerin hepsinin bize ait
olduğunu idrak etmektir.
Bu bahçeyi yeşertmek için yalnızca bilmek yetmez…
Önce temiz bir niyet gerek,
ana kapıdan doğru girmek gerekir. Niyetin yönünde gayret etmelisin ki
harekete geçebilesin. Gayret sürdükçe cesaret gelişir ve korkuya rağmen
hamle yapabilirsin. Cesaretle hareket ettikçe basiret açılır, olayların
özünü görmeye başlarsın. Basiret geliştikçe feraset oluşur ve her şeyi
daha geniş bir açıdan kavrayabilirsin. Ferasetle baktıkça gündelik hayatta bile
hayret etmeyi öğrenirsin. Hayret ettiklerine gönlünü açtığında hikmet
kapısı aralanır. Hikmetle birlikte kalpte merhamet filizlenir.
Fark ettin mi bilmem;
Hepsi “-et” ile biten birer nimet.
Ve bu “et”i murdar etmeye yeter.
Tek bir şikâyet.
Niyet: Toprağa ilk tohumu atmaktır.
Niyet, rüzgârda savrulan bir düşünce değildir; elini toprağa
değdirme kararıdır.
Bir şeyin değişmesini istiyorsak, önce elimizi çamura
bulamayı göze almalıyız.
Niyet etmek, “yapacağım” demek değil, “başlıyorum” demektir.
Gayret: Güneş doğmasa da sulamaya devam etmektir.
Gayret, sabrın pratik halidir.
Bir kere değil, her gün aynı çabayı göstermek; yorulsan da
toprağı sulamaktır.
Çünkü gayret olmadan tohum kurur, hayaller toz olur.
Cesaret: Fırtınaya rağmen bahçede kalabilmektir.
Zamanı geldiğinde yapraklarından vazgeçebilmeyi göze
almaktır.
Cesaret, korkunun yokluğu değil, korkuya rağmen adım
atmaktır.
Bir dereyi atlamak gibidir — risk vardır, vardır ama adım
atmadan geçemezsin.
Cesaret eden insan bilir: “Bildiğim yerde güvenlik var ama
büyü yok.”
Basiret ve Feraset: Aynı bahçeye başka gözlerle bakmaktır.
Görmek için gözlere ihtiyaç duymadan görmektir.
Basiret, daha önce görmediğin çiçeklerin hiç bakmadığın
yerde olduğunu; açığa gizlenmiş olduğunu fark etmektir.
Feraset ise, o çiçeklerin köklerinin birbirine nasıl
bağlı olduğunu, birbirlerinden haberdar olduklarını anlamaktır.
İnsan, gözle değil gönülle gördüğünde dünyadaki
bağlantıların sessiz müziğini duymaya başlar.
Hayret: Çiçeğin açtığını, fark etmek, çiçeğin sırrına
kavuşmaktır.
Hayret, şaşırmak değildir; yaşamın içindeki uyumu yeniden
görmek demektir.
Bir çocuk gibi, “Bunu kim yaptı?” diye sormaktır.
Eğer günün sonunda hiçbir şeye hayret etmediysek, o gün
yaşanmış sayılmaz.
Hayret eden insanın kalbi diri kalır — çünkü kalp, hayretle
nefes alır.
Adalet: Bahçeye denge getirmek neyi ne zaman yapacağını
bilmek demektir.
Birine suyu fazla, diğerine az vermek değildir adalet;
Her köke ihtiyacı kadar suyu ulaştırabilmektir merhamet.
Adalet, işte bu merhametin meyvesidir.
Şikâyet: Toprağa tuz serpmek gibidir.
Şikâyet ettikçe, toprağımızı zehirleriz.
Her nerede isek niyetimizde en başa döneriz.
Stres kök salar, umut filizlenemez.
Bu yüzden bilge bahçıvan bilir: Sözü az, şükrü çok olacak.
Her eksik gördüğünde yakınmak yerine eline küreği alacak.
Çünkü şikâyet eden el, toprağı değil, umudu kazar.
Nefes Varken, Umut da Var.
Kendini bilmek, o bahçede hangi bitkinin biz olduğumuzu fark
etmektir.
Kendini bilmek, işte bu döngünün farkına varmaktır.
Niyetin tohum, gayretin su, cesaretin güneş, hikmetin meyve
olur.
Ama bütün bu emek, tek bir şikâyetle bir anda heba olur…
O yüzden insan, önce dilini, sonra kalbini temiz tutmalıdır.
Temiz niyetle başla, gayretle devam et, cesaretle kal.
Ki göremediklerini görüp sonunda kalbinde hikmet çiçek
açsın.
… bahçeni yeşerten sensin
ve unutma: Tek bir şikâyet, kendi bahçeni kurutmaktır.
Bu bir yolculuk, insanın kendi seçimlerinden müteşekkil bir yolculuk...
YanıtlaSilŞikayet şükürsüzlüğü, şükürsüzlük, nankörlüğü, nankörlük isyanı, isyan da inkarı tetikler.
YanıtlaSilBakarsan dağ olur bakmassan dağ...
YanıtlaSilBakan görür ama nasıl baktığında mesele...
Rabbimiz basiret versin