BUNLAR NEDEN HEP SENİ BULUR?


İnsan bazen kendisini kandırılmış hisseder. Karşı tarafa verdiği değerin, önemin yani bedelin karşılığını alamadığını görür. Bazılarımız, bunu ilk zamanlarda tam anlayamaz. Yani ilk suiistimallerde, ilk aldatmalarda, ilk nankörlüklerde. Anlamaz, hatta anlamak da istemez. “Oldu, bitti, yaşandı geçti, önümüze bakalım” der ilk başlarda. “Belki de burada ben hata yaptım” ya da “Bu yanlış insanmış, doğru seçim yapamamışım” der. “Bundan sonraki ilişkilerimde daha dikkatli olurum, bir daha da böyle kahrolmam” diye geçirir içinden.

 

Zaman geçer, insanlar değişir ve ama bakarız ki, olaylar değişmemiş. Aynı mağduriyeti, başka bir zamanda, başka bir sahnede ve başka bir insanla yaşamışız. Sonra bir benzeri, sonra bir benzeri, bir benzeri daha! Tabi kayıplar artar, yıllar geçer, yıpranır, hırpalanır hatta bazen yıkılır insan. Elinde bir fatura ile dolaşır durur.  Peki, kim ödeyecek bu faturayı, kim geri getirecek kaybolanları ve daha önemlisi kim nasıl anlayacak? Nasıl anlamlandıracak bu olanları? Bazılarımızı kendisini suçlar, bazılarımız hayata küser, bazılarımız herkesten ümidini keser.

Bu durum eşler arasında, kardeşler arasında, evlatlar ve ebeveynler arasında, dostlar arkadaşlar arasında olduğu gibi, ticari ilişkilerimizde de sık sık yaşanır.  Mahkemelerde ticari davaların büyük bir kısmı, daha önce ortak hukuku olanlar arasında görülüyor. İnanır ortak olur, güvenir parasını – malını teslim eder. Adam bilir, işe alır, elinden tutar bir yerlere getirir. Kendinden verdikçe verir, yemez yedirir, içmez içirir. Çünkü ilk başlarda karşı taraf teşekkür üstüne teşekkür, dua üstüne dua eder. “Sen ağasın, sen paşasın”. “Hakkını nasıl öderim bilemiyorum”. “Dile benden ne dilersen” der. O böyle dedikçe bizimki yağdırdıkça yağdırır, verdikçe verir, sevdikçe sever…

Aylar, yıllar böyle geçer. Bizimki vermeye karşı taraf almaya devam eder. Sonra bir gün gelir, bizimki bazı şeyleri veremez olur.  Zira bu hayatta hiçbir imkân sınırsız değildir. İşte o musluk hafif kısıldığında, karşı taraf alttan alta homurdanmaya başlar. Yavaş yavaş sesini yükseltir. Diğeri de yılların alışkanlığı ve “görev bilinci” ile hareket eder. “Eksiklerini” tamamlama telaşına girer. Heyhat, nefesi azalmıştır, eski gücü kalmamıştır. Buna rağmen vites yükseltir, kendini zorladıkça zorlar. Tabir yerindeyse, tekeden süt çıkarıp, bu nankörün karnını doyurmaya çalışır. Ama daha önce süt veren keçileri bile kesip, yedirdiği için tekenin de tekmesini yer. Ama nankör, hala ister de ister, bekler de bekler… O hırçın, küçümseyici gözler, o aşağılayıcı sözler; bazılarının uyanmasına vesile olursa da bazıları için maalesef…



Uyanan, kendine gelir, yüzünü yıkar, gözünü açar. Yaşadıklarına, yaşatanlara yeniden bakmaya başlar.  Kaybettiklerini görür ve büyük öfke ile nankörün üzerine yürür. Artık uyanmış ve hesap sorma zamanı gelmiştir. Bundan böyle musluğu kapatacak, tek tek her şeyin hesabını soracak ve verdiklerini geri alacaktır.  Ve maalesef şimdi yeni bir yıkımla karşılaşır. Besleyip büyüttüğü nankör, değil bir şey ödemek, bir de bunu borçlu çıkarır ve arkasında bakmadan çeker gider. Giderken de altın vuruşunu yapar, son olarak alabileceği ne varsa hepsini alır! Ve diğeri ortada, şaşkın, bitkin, öfkeli bir şekilde kalakalır.

 

Peki, neden böyle olur? Çünkü insan, başka birinden beklentisini çok yüksek tutar. Bazen övülmek ister. Bazen itibarım yükselsin, şanım alsın yürürsün ister.  Kendini mecbur hisseder, ona hak etmediklerini verir. Verdikçe düşkünleşir ve beklentisi artar, beklentisi arttıkça verir. Bu bir kısır döngü şeklinde, sürer gider. Karşı taraf da hak etmediğini aldıkça, rahatlık tuzağına düşer. Rahatlık tuzağındayken üretmeyi bırakır ve hep hazırı bekler. Üretmeyi bırakan, tüketmeye başlar. Tüketim sınırı olmadığı için istedikçe ister. Alamayınca hırçınlaşır, şikâyete başlar, sonra nankör olur. Daha da alamayınca, aldıklarını inkâr eder ve karşı tarafı borçlu çıkarır.

İnsan işte böyle, kaşımı yapayım derken, gözünü çıkarır. Karşı tarafa jest yapayım derken, taviz üstüne taviz verir. Oysa jest, yapıp yapmamakta özgür olduğumuz şeylerdir. Taviz ise kendimizi yapmaya mecbur hissettiğimiz şeylerdir. Ve taviz doğurgandır; taviz tavizi doğurur. Tavizlerin sayısı arttıkça nankör doğurur. Sonra da insanın etrafında birçok nankör olur. Ve insan der ki “Neden bunlar hep beni bulur?”

Sence neden?

 

 

 

 

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

7 yorum:

  1. Durum tespiti çok güzel ve yerinde yapılmış...
    Problem neredeyse çözüm hemen yanı başında.
    Beklentilerini dış dünyaya bağlamamalısın...

    Beklentini doğru konuma yerleştirdiğinde tüm sorunlara karşı bir kapı aralamış olacaksın..
    Devamında ödediğin bedellerde doğru konumlanacak ve problemleri çözme marifeti kazanacaksın...
    Yol yola çıkanlara...

    YanıtlaSil
  2. Bence bunun nedeni sevgi açlığı, yeterince sevgiyle büyümeyen kişiler hep kendinden vererek sevilmeye (karşı tarafın övgü ve minnet sözlerini sevgi sanıp)çabalaması , gün gelip verecek şeyi kalmayınca da gerçeği fark etmesi ki bu bazan çok çok uzun zaman alıyor bende olduğu gibi, güzel bir yazıydı emeğinize sağlık

    YanıtlaSil
  3. Neden beni buluyor? Aslında düşününce cevabı bulabilir insan. Dış dünyayı suçlamak yerine gerçek sebebe odaklanabilse meseleler kolayca hallolabilir. İşaretleri okumalı insan...

    YanıtlaSil
  4. Yanlış yere bedel ödemek ya da bedelde aşırılaşmak karşı tarafı nankör eder.

    YanıtlaSil
  5. İlişkilerimizi doğru kurgulamak ve yönetmek anlamında çok faydalı bir yazı, teşekkür ederiz 🌿

    YanıtlaSil
  6. çok güzel bir yazı..teşekkürler

    YanıtlaSil
  7. İnsan hep kendi yapip ettigi seylerin sonuclarini yasar

    YanıtlaSil