ORMANIN SÜSLÜSÜ


Ormanın süslü püslü tilkisi, kirpiye kafayı takmıştı. Yüzünü görmek istemiyor, aynı dereden su içmeyi, aynı havayı solumayı kendine yediremiyordu. Oysa kirpinin de ona bir zararı yoktu. Kendi haline günlük rutinleri vardı. Tilki gibi ormanın her kıyısını her köşesini bilmezdi. Onun kadar sosyal çevresi de, popülaritesi de yoktu. Buna rağmen tilki, kirpiden hiç hazzetmiyordu. Aslında tilki ormandaki birçok komşusundan hazzetmiyordu. Son zamanlarda kirpi gözüne çok batar olmuştu. Ona baktıkça uyuz oluyordu. Kendi kendine “böyle biçimsiz, böyle beceriksiz, böyle hareketsiz biri ile aynı ortamda yaşamak, benim için ne büyük talihsizlik.” Tilki böyle düşünüyordu, çünkü kendini kirpiden çok farklı görüyordu. “Ben ki; gözü açık mı açık, akılda tavan, adamı ayakta uyutanım. Safları kandıran, dalgınları dolandıran, kapıdan kovulunca pencereden dalanım. Yapmacık gülen, yalancıktan ağlayan, ikna olmayanın ağzından giren burnundan çıkanım. Kâh atlayan kâh zıplayan, üçkâğıtta uzman kurnazlıkta ün yapan…” Uzun uzun kendi özellikleri sayar ve sonunda da “Ben buyken, bu salak kirpi ile aynı ormanda yaşayamam!” Bütün bunlara rağmen, kirpi ile iyi geçinirdi. Yüzüne güler, hal hatır sorardı.



Gel zaman git zaman tilki kirpiye bilendikçe bilendi. Gözü kirpinin üstünde, fırsat kolluyordu. Her gün gittiği yolu ölçüyor biçiyordu. Nerede nasıl pusuya yatıp, kirpiyi nasıl ortadan kaldıracağının planlarını çalışıyordu. Günlerce aylarca plan üstüne plan yaptı. Birçok senaryoya göre alternatifler oluşturdu.  Kirpi de olayın farkındaydı ama pek dert etmiyordu. Sadece her zamankinden biraz daha tedbirliydi. O büyük gün gelip çattı. Kirpi yine yuvasından çıktı. Her zamanki yoldan yavaş yavaş yeşilliklere doğru ilerliyordu. Derken tilki saklandığı ağacın arkasından bir anda fırladı. Tam kirpiyi boğazından tutacak ti ki kirpi tek bir hareket yaptı. Ona doğuştan verilen ve zamanla geliştirdiği o meşhur savunma hareketini yaptı. Kafasını ve ayaklarını topladı. Dikenli gövdesini bir el bombası gibi tilkinin önüne bıraktı. Ağzı yara bere içinde olay mahallinden uzaklaşmaya çalışan tilkiye, ormandaki diğer hayvanların “oh olsun” “sonunda aradığını buldu” gibi sözleri eşlik ediyordu.

Kurnaz hep kendini diğerlerinden akıllı bilir. Zekâsını da diğer insanları kandırmak, suiistimal etmek, onların haklarına girmek üzere kullanır. Zaman içinde de bu konuda oldukça ustalaşır. Dışarıdan insanlar “Aklını üçkâğıtçılığa değil de dürüstlüğe kullansaydı şimdi kim bilir nerelerde olurdu” Dedikleri kişidir kurnaz kişi. O hep kısa yoldan köşeyi dönmeyi hesap eder. Bunun için de diğer insanların hakkını gasp etmeyi kendine mubah görür. Trafikte kaynak yapar. Hastanede önde geçmeye çalışır. Yemeği hep başkalarına ödetir. Ona göre herkes kendi gibidir. Herkes dolandırıcı, herkes üçkâğıtçıdır. Bundan dolayı bir işe gireceği zaman mutlaka bir hatırlıya bir dayıya ihtiyacı vardır. Dayı yoksa parayı bastırıp kendisine dayı satın almayı dener. İşe girdikten sonra da rahat durmaz, aklı fikri tilkiliktedir.

 

Kurnaz tilki ticarette de öyledir. Herkesi enayi, kendisini zekâ küpü bilir. Dolayısı ile enayilerin kazanmasına tahammül edemez. Karşı tarafın edeceği kar onun gözüne batar. Uykularını kaçırır. Kendisinin insanlara bir hayrı olmadığı gibi, insanları bir hayır üzere gördüğünde de rahatı bozulur, tadı kaçar. Dişini geçiremediğine düşman olur, fırsat kollar. Eninde sonunda, onu bir gün rezil bir halde, ağzı burnu kan içinde, ıssız bir yolda yapayalnız giderken görürsünüz…


Deneyimsel Tasarım Öğretisi

2 yorum:

  1. Gücün yetiyor diye zulmedersen öykü döner dolaşır seni bulur..,

    YanıtlaSil
  2. İnsan anda çözümlü olmalı

    YanıtlaSil